Zamanın ruhu

28 January 15, Wednesday @ 14:25

Teknolojik gelişme insan topluluklarının yaşam biçimini kökten değiştirebiliyor.

Mesela tarımın keşfiyle (kabaca MÖ 9000), avcı-toplayıcı göçebe topluluklar yerleşik düzene geçip köy, şehir ve devletleri oluşturdular. Az sayıda kişinin bütün topluluğa yetecek yiyeceği üretebilmesi, diğerlerini günlük yiyeceği toplamak derdinden kurtarıp kral, asker, rahip, bilim adamı gibi sınıf ve meslekleri ortaya çıkardı.

Bu değişimin olumsuz etkileri de oldu. Kalabalık ve sabit topluluklar; dışkıların birikip su kaynaklarını kirletmesi, bulaşıcı hastalıklar, kıtlık ve savaşlar gibi yeni sorunlar yarattı. Ancak, sınıflaşmayla ortaya çıkan bilim ve siyaset; kanalizasyonlar, su kanalları, yönetim ve hukuk sistemleri icat ederek bu sorunları zamanla çözdü.

Sanayi devrimi (18. yy) başladığında dengeler yeniden bozuldu. Kol gücü ihtiyacı düşer ve üretim verimliliği sürekli artarken bir yandan da oluşan katma değeri cebe atan işverenler ile işçileri arasındaki uçurum açılıyordu. Artan işsizliğin pazarlık güçlerini azalttığı işçiler, bir araya gelip sendikalaşarak güç dengesini yeniden kurdular. Günlük sekiz saat mesai, çocuklara işçilik yaptırılmaması, hafta sonu tatili gibi hakları yasalaştırmayı başardılar. Bir yandan da makinalaşmanın getirdiği yeni iş kollarına (makineleri kullanmak, inşa ve tamir etmek) eleman sağlamak için temel eğitim sistemleri ve okullar kuruluyordu.

Bu gelişmeler sayesinde; geçiş dönemindeki isyanlara (mesela Luditler), bir anda oluşan fakirlik ve sömürüye, işverenlerin sendikalara acımasız saldıralarına rağmen, bilişim devriminin (20. yy) başlarına geldiğimizde, en azından gelişmiş ülkelerde, toplumun çoğunluğunu orta sınıf oluşturmakta ve kendine eğitim, iş, sağlıklı ve iyi bir yaşam olanağı bulabilmekteydi.

Bilişim devrimini bilgisayar, Internet, sosyal medya gibi değişik aşamalara bölmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Tarımın ya da buhar makinasının icadına karşılık gelen ve herşeyi başlatan olay, Alan Turing'in 1930'larda kendi adıyla anılan Turing makinesini keşfidir. Son derece basit ve soyut bir makinenin yapılabilecek tüm hesaplamaları yapabilmesi o kadar güçlü bir fikirdi ki, çok kısa bir zamanda bilgisayarların, hesaplanabilirlik, karmaşıklık ve kriptoloji bilimlerinin, iletişim teknolojilerinin, otomasyonun ve robotların ortaya çıkmasına yol açtı.

Bilgisayar bilimleri alanında çalışan bir kişi olarak mesleğimin özünün diğer meslekleri yok etmek olduğunu düşünüyorum. Veritabanları, muhasebe ve İK elemanlarını; kendi kendini süren araba, şöförleri; sosyal medya, gazeteci ve siyasetçileri; online eğitim, ögretmenleri; ATM ve POS cihazları, banka katiplerini; Amazon, tezgahtarları; yüksek seviyeli programlama dilleri ve tasarım araçları, programcıları; bulut bilişim servis ve yazılımları, sistem yöneticilerini yok ediyor.

Her gelişme ile başka bir alandaki rutin düşünsel işler ortadan kalkıyor. Tıpkı sanayi devrimindeki gibi, verimliliğin ve işsizliğin birlikte artması söz konusu ve gene aynı şekilde işverenler tasarruf edilen katma değeri cebine atıyor; ancak önemli bir fark var.

Bu sefer, kol gücünden sonra zihinsel iş alanları da kaybolunca; yalnızca eğitimle insanlara verilebilecek yeni bir iş becerisi kalmadı. Kol ve zihin gücü otomasyonla kolayca sağlanırken, çok az kaynakla çok büyük değer ortaya çıkaran tek yetenek yaratıcılık. O da malesef eğitimle aktarılabilecek bir şey değil. Belki bir parça geliştirilebilir ama daha ziyade köreltildiğini görüyoruz. İçinde yüksek miktarda şans da içeriyor. Bırakın toplumun çoğunluğunu, tek bir kişiyi bile alıp sanatçı, girişimci, mucit ya da vizyoner yapamayız. Bu nedenle mesela Amerika'da tartışılan gençlerin STEM eğitimine yönlendirilmesi ya da ilkokullara konacak programlama dersleri gibi önerilerin, bireysel gelişime fayda sağlasa da, işsizliği çözmesi beklenmemeli.

Bu durumun yarattığı eşitsizliği, geçmişte de varolan ve sosyal faktörlerden kaynaklanan eşitsizlikle karıştırıp yalnızca bir gelir dağılımı sorunu olarak görenler var. İşin bu tarafının çözümü kolay: toplanan vergiler, teknolojinin de yardımıyla, her insana temel barınma, beslenme, iletişim ve eğitim imkanlarını sağlamaya fazlasıyla yeter. İnsanların ideolojilerini bir tarafa bırakıp böyle bir amacı gerçekleştirmeye karar vermeleri zor tabi, ama problem bir mühendislik problemi.

Hatta bazı para tüccarlarının büyük servetlerini hiç bir iş yapmadan daha fazla güç ve para kazanmak için kullanabilmesi bile bence ana problem değil. Teknolojinin artan asimetrik gücüyle "disruption" eninde sonunda onları da yenecek. Milyar dolarlık Kodak, Nokia gibi dev şirketlerin, ar-ge de yaptıkları halde, bir anda çöpe gidebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Petrol zenginliği bile ufaktan azalmaya başladı.

Ancak, dünyada hâlâ sanayi devriminin fikirsel gelişmelerini bile özümseyememiş büyük halk kitleleri ve devletler varken; böyle bir yeni yaşam biçiminin insan topluluklarında yaratacağı sosyolojik ve psikolojik çalkantının nelere yol açacağı bilinmiyor.

Şu anda ciddi bir tepki ve reddetme var. Eşitsizliğe olan tepki, sorunun kaynağını görmeyip fanatizme ve faşizme dönüşüyor. Irkçılık ve kutuplaşma artıyor. Sokaktaki sıradan vatandaştan, Avrupa Merkez Bankasına bir sürü kişi ve kurum borçlanmayla eski düzeni sürdürebilme derdinde. Siyasal partilerin bu konuda bir söylemi bile yok, ya da sanayi devriminin temel varsayımları çoktan çökmüş ideolojilerini anlatıyorlar. Orta sınıfta durumu henüz iyi olanlar, işsiz ya da az kazanan insanların tembellikten bu durumda olduğuna inanıyor. Değişimi görmeyen gençler mesela Amerika'da hâlâ yüz elli bin dolarlık öğrenim kredisi alıp iş bulma imkanı vermeyecek üniversite bölümlerinde okumaya devam ediyor. Eşitsizliğin olumsuz tarafını sosyal politikalar ile engellemeyi başaran ama olumlu tarafından değer yaratmak için faydalanamayan (göçmenlik ve bireysel girişim konusundaki katılıkları yüzünden) bazı gelişmiş Avrupa ülkelerinin toplam ekonomik gücü zayıflıyor. Daha bir çok örnek sayılabilir.

Hoşlanmadıkları ve birlikte yaşamayı bilmedikleri rastlantısallık, teknoloji ve iletişim tarafından ivmelenerek hızlandırılırken; insan topluluklarının yaşayacağı büyük buhrandan bir ütopya mı yoksa felaket mi çıkacak bilemiyorum.

Umit Bozkir

03 February 15, Tuesday @ 03:46 Zamanin Ruhu mu? Tarihin Sonu mu?

Gürer

03 February 15, Tuesday @ 08:54 Tarih ölmesin, şeker de yiyebilsin :)

Post a comment

Text: